TAŞ UYKUSU / MİNE EGBATAN

Eski, körüklü, kırmızı, camlarına kir ve çamur yapışmış, dışarıyı görmenin mümkün olmadığı bir otobüs, iğne atsan yere düşmeyecek cinsten, kalabalık ve havasız. Şakır şakır yağan yağmurdan yolcular kaymasın diye yerlere talaş serpmiş şoför. Belki oturan otuz yolcunun yanı sıra, sardalye gibi dizilen yolcularla telaşlı bir güne doğru yola çıkmış bir otobüs...

Genç, yaşlı, hamile, polis adayı, öğretmen, avukat, kadın, erkek, üniversiteli, türbanlı, liseli bir otobüs dolusu insan, tanık olan duraklardan biniyorlar otobüse. Ben de biniyorum onlarla birlikte otobüse. Onlar benim farkımda değiller, en ücra köşeden hepsini izliyorum birer birer. Hepsinin hikâyesi farklı, yüzlerinden anlaşılıyor bu. Belli ki kimseye söyleyemeyecekleri bir dertleri var, rahatsızlıkları yüzlerinden okunuyor. Belki de ben abartıyorumdur, kalabalığın verdiği rahatsızlıktan bu kadar huzursuzdurlar. Acele karar vermemeliyim, onların seslerini duyabilirim nasıl olsa, yol boyunca hiçbir şey düşünmeyecek değiller ya.

İşte başlıyoruz; şurada oturan adam, çocuğunu öldürmüş, yanlış duymadım değil mi? Pişmanlık ile haklılık arasında gidip geliyor, onu, ömür boyu Araf’ta bırakacak bir karara varamamış belli, huzursuzluğu bundanmış demek. Bu koku da ne böyle? Neyse anlaşılır birazdan. Şu küçük kızdan mı geliyor yoksa? Arkadaşlarıyla genç kızlığa ilk adım tartışmasının kurbanı; yazık, çok yazık, bacağı mikrop kapmasa bari. Özgürlük ile kölelik arasında sıkışmış bir kadın, kocasının şiddetine maruz kalmış, daha da beteri tecavüz edilmiş, evlilik olunca böyle şeyler meşru oluyordu değil mi? Kararını ver artık kadın, özgür olmaya bir adım kalmış, biraz cesaret. İşe yeni başlayacak kadın ne kadar da telaşlı, sakin ol, başaracaksın, haydi biraz çalış şimdi: “Size nasıl yardımcı olabilirim?” Sen de sakin ol çocuk, birinci olamasan da şairane bir ruha sahip olacaksın, hırslarından arınmak daha iyi değil mi? Haber sesi de nereden geliyor? Bilge Köyü katliamı... Ayrıntıları dinleyelim. Hay aksi, sırası mıydı şimdi şu üç gencin binmesi? Bu kadar taşkınlık da neyin nesi oluyor? Ataerkil toplumun yeni yetmeleriymiş, başka ne bekliyordum ki? Çingene kadına yönelen bakışlar da ne böyle, bebesi de ne sevimli, bu bakışlardan ileride nasibini almasa bari yavrucak. Anlamıyorum ne diyor bu kadın? Kimse de anlamıyor belli ki, konuştuğu dil ne acaba, neden kimse yanıtlamıyor kadını, feryadına kulak vermiyor, bu kadar mı yabancılaştık birbirimize, dilimizi anlamayacak kadar. Tüm sesler birbirine karıştı, hiçbir şey anlayamıyorum artık. Hem ben sesimi çıkarsam ne olacak, ne değişebilir ki? Gözleri açık, ama taş uykusuna yatmış hepsi, çareleri yok, benim sesim bile uyandıramaz onları. Son durağa da yaklaşıyoruz zaten, güç toplamam gerek, nasıl olsa yarın taş uykularına tanıklık ederim yine.

Otobüsün dili olsa elbet bunları anlatırdı, ama yok. Aslı Tohumcu dillendiriyor otobüsün tanıklık ettiklerini kısacık romanında. Kısa ama konu bakımından zengin. İnsanımızın hikâyesini ondan dinliyoruz, o kendini katmıyor belki, bizi yolcuların düşüncelerine misafir ediyor, herkes hikâyesini kendince anlatmaya çalışıyor, okurun payına da kahramanların telaşlarına, isyanlarına, saflıklarına, kötücüllüklerine, önyargılarına, pespayeliklerine, hırslarına, umutlarına, umursamazlıklarına tanık olmak düşüyor. Zaman ve mekân yok. Yazar bunu sizin hayal gücünüze bırakmış, benim otobüsüm yukarıda anlattığım gibi, memleketim Eskişehir’in zorda kalmadıkça binmeyi hiç istemediğim körüklü ve kırmızı –her ne kadar şimdi değişmiş olsa da– otobüsleri. Sizinkinin farklı olacağından eminim. Dün, bugün ya da yarın, yaşanmış ya da yaşanacak olan anlara dikkat çekiyor yazar, zamansızlığın altını çizerek belli belirsiz. Sorunlar dünden yarına uzanıyor, önyargı, baskı ve şiddet. Nesneler değişiyor sadece, baskıya maruz kalmış, şiddetin binbir çeşidiyle karşılaşmış eli kolu bağlı insanlar. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi ağır bir uykudalar, farklı olanı dışlayan ve umursamayan, kendinden olana yabancılaşmış, kendi sorununu çözmeye bile yeltenmeyen bir otobüs dolusu yolcu. Aslı Tohumcu’nun akıcı üslubu bir Türkiye portresi çizmiş. Taş Uykusu görmezden geldiğimiz sorunların üzerini parlatan ve yolumuza ışık tutan, uyku mahmurluğunu üzerimizden atmak için tekrar tekrar okunması gereken bir roman.

Taş Uykusu
Aslı Tohumcu
KIrmızı Kedi Yayınevi

0 yorum:

Yorum Gönder